9/05/2012

Olmazsa olmazlar..


Çok sevdiğim ve kendisinden çok şey öğrendiğim bir ustamın bu işe başladığı yıllardan itibaren derlediği ve müşteri ilişkilerinde çalışan herkesin de çok şey bulabileceği harika bir yazı, bir nevi yapılması gerekenler listesi.. Özellikle yeni işe başlayanlar için her biri hayat kurtarır. İlgilenip okumak istreyenlere bir faydası dokunur diye...
  • İçinize sinmeyen, kafanızda netleşmeyen hiçbir briefi yaratıcı ekibe geçmeyin. Bu tür bir briefi kabul etmek zorunda değilsiniz. Bunu müşteriyle konuşmaktan, tartışmaktan (tabii uygun bir üslupla :)) çekinmeyin. Unutmayın, siz marka için en doğrusunu yapmaya çalışıyorsunuz.
  • Müşteriden korkmayın. Sert, kaba, sinirli, panik ve bir sürü şey olabilir. Bu duyguları satın almadan, sakin ve kendinizden emin bir tonla onu anladığınızı ve yanında olduğunuzu hissettirirseniz her şey yoluna girer. Onaylamadığınız tarzda davranan müşterinin üstünde ona sürekli bağırıp çağıran, baskı yapan, sert davranan bir yöneticisi olabilir ve o da doğal olarak bunu size yansıtabilir. Siz bu duyguyu satın almayın, onu sakinleştirin ve yardımcı olun.
  • Müşterinizle ara sıra iş dışında da görüşün, bir akşam birlikte kahve için, sevdiğiniz bir sanatçının konserine davet edin, öğle yemeğini onların ofisinde yiyin… Ne kadar sık birlikte vakit geçirirseniz, birbirinizi o kadar iyi tanır ve o kadar iyi anlarsınız.
  • Kreatiften çekinmeyin. Şikayetçi, gergin, yoğun, ters ve bir sürü bir şey olabilir. Ona her zaman ekip arkadaşı olduğunuzu ve onu en az yorarak, en içine sinecek işi, en pratik şekilde yapmasını sağlamak için orada olduğunuzu hissettirin. Unutmayın, siz bir elmanın iki yarısınız.
  • Soru sormaktan çekinmeyin. Anlamadığınız, emin olmadığınız her detayı ikna olana kadar kime gerekiyorsa ona sorun. Burada harcayacağınız vakit, yanlış bir iş yaptıktan sonra her şeyi baştan yapmaktan iyidir.
  • İnsiyatif almaktan çekinmeyin ama sorumluğunun tümünü üstlenmeye çalışmayın. Bu bir ekip işi, bunu sık sık hatırlayın.
  • Müşteriden telefonla revizyon almamaya çalışın. Telefonda istediklerini anlatırsa, yazılı da geçmesini isteyin, eğer geçmezse “telefonda konuştuklarımız” diye kısa bir özet maili atın.
  • Yazılı onayı gelmeyen hiçbir işin orjinal çalışmasını başlatmayın.
  • Yazılı bütçe onayı almadan asla çalışmayı başlatmayın.
  • Özellikle kampanya briefleri strateji ile konuşulmadan verilmemeli.
  • Müşteri aradığında telefonu mutlaka açın, verecek cevabın olmasa bile açın, “birazdan arayacağım” deyip kapatın gerekirse. Hiçbir şey müşteriyi yanıt alamamak kadar kızdıramaz. Kendinizi bir türlü açılmayan call center’ı ararken hayal edin :)
  • Fatura, yaptığımız işteki en önemli nokta.  İşin taslak faturası muhasebeye yazılı bütçe onayı alınır alınmaz geçilmeli. İşin faturası da iş tesliminden sonra en geç bir gün içinde kesilmeli. Hele ki 3. partiden gelen bir faturanın bir gün bile bekletilmemesi gerek.
  • Zamanlama yaptığımız işin en önemli parçalarından biri. Müşterinin işi her zaman acildir ve hemen ister; kreatifin işi her zaman çoktur ve mümkün olduğunca geç sunmak ister. Her seferinde kavga etmek istemiyorsanız doğru planlama çok önemli. Kritik işlerde müşteriye bir gün geç tarih verin, kreatife bir gün erken…
  • Zamanlama konusunda kreatiften her zaman onay alın müşteriye söz vermeden önce.
  • Her sabah iş listesi yapmak, bunu kreatifle ve müşteri ile paylaşmak çok önemli. Araya giren işler nedeniyle müşteriye söz verdiğiniz tarihlerde gecikme yaşarsanız verecek bir cevabınız olur.
  • İşleri mümkün olduğunca yüz yüze sunmaya çalışın, olamıyorsa detaylı bir açıklama yazıp, sonrasında telefonla arayın. Tabii ki iş bir noktaya geldikten sonraki, her basit revizyon sunumunda bunu yapmanıza gerek yok. Ama maili atarken, çalışmayı hazırlarkenki rasyoneli mutlaka açıklayın.
  • Kreatif direktör görmeden ilk sunum, art direktör görmeden revize sunum müşteriye gitmemeli, kreatif ekip atlarsa siz sorun ve teyid alın.
  • Orijinal tesliminde işin en son çıkışının arkasına grafikerden, art direktörden, yazardan mutlaka; redaktör, kreatif direktör ve müşteri ilişkilerinden mümkünse imza alın. Ajanstan imzasız orijinal çıkmamalı, ister ilan, ister broşür, ister ambalaj olsun.
  • Outlook ve bilgisayarınızın arşiv sistemini, siz ajansta olmasanız bile herkesin aradığını kolayca bulabileceği şekilde oluşturun.
  • Toplantı notlarını yazarken, o toplantıya girmeyen birine bilgi vermek amacıyla bunu yaptığınızı düşünün.
  • Yaptığımız iş müşteriden aldıklarımızı kreatife, kreatiften aldıklarımızı müşteriye iletmekten öte bir iş. Her zaman bunun bir adım ötesine nasıl geçeceğinizi düşünün. Mesela müşterilerinizin sektörlerini sürekli takip edin, rakibin özel bir uygulamasını gördüğünüzde fotoğrafını çekip müşteriye gönderin. Müşterinizin bir bayisinde karşılaştığınız olumlu ya da olumsuz bir durumu mutlaka müşterinize aktarın.
  • Her sabah gazetelere göz atın. Dünyada neler olup bitiyor, ekonomi ne durumda, müşterilerinizin sektöründe neler oluyor, yeni reklamlar neler… Günde 15 dakika mutlaka ama mutlaka ayırın buna.
  • Son olarak, unutmayın: Siz olmasaydınız bu ajans, bu müşteri, bu marka yoktu. Değerinizi ve öneminizi sık sık hatırlayın :)

8/28/2012

Neyin kafası kim bilir

Küçükken saçma bir inanışım vardı. Her sabah uyanır bi güzel dakikalarca esnerdim. Sözde ritüelimdi bu benim hem de hep aynı saatte bıkmadan usanmadan yaptığım pek özel bi ritüel. Unuturdum bazı sabahlar ama olsun o zaman da birikirdi esnemelerim yani aslında unutmaz bekletirdim. Birikince de "Allahım ne yapacağım şimdi ben" der panikler hemen günlerce biriken esnemelerimi yapmaya başlardım. Kollarımı açar, bacakları uzatır öyle dakikalarca esnetirdim vücudumu. Dakikalar çok önemliydi! Kaytarmadan hakkını verirdim. Yapmayı unuttuğum her günün dakikasını da ayrı ayrı hesaplardım :)) Dün tam 5 dakika esnemedim bugün de 5 dakika var tamam bugün tam 10 dakika esnemek zorundayim! Aman Allahım çocukluğuma inmek isteyen o psikoloğa acıdım şimdi bak:) Başta demiştim saçma bir alışkanlık diye hiç gülme okurken!

Şimdi bu gece farkettim ki büyüyünce bi başka saçma ritüelim daha olmuş benim.. Hiç farketmeden ve istemeden bu kez! Esnemek kadar rahatlatıcı ama yine bi o kadar gereksiz. Bir gün yapmayı unutsam biriktirip çoğaltıp yine dakikaları arttırarak yaptığım.. Yine her güne inatla ayrı dakikalar ekleyerek, katlayarak bazen. Heh bu günlük bitti deyip rahatlayana kadar. Sebebi bitmediği sürece de kurtulamayacağım bi ritüel..

O zaman bu yeni alışkanlığımın şerefine dinle bence benimle..

Ağlamak güzeldir
Süzülürken yaşlar gözünden
Sakın utanma
Ağlamak güzeldir

Ağlamak öfke delice nefret
Doruklarda aşk doyumsuz sevinç
Kahreden keder kısaca hayat
Ve nefesin ve nefesindir
Ağlamak güzeldir
Süzülürken yaşlar gözünden
Sakın utanma

Ağlamak güzeldir
Ağlamak senin kara dünyana
Hala sevdiğin ve hissettiğin
Tüm güzelliğin ve çirkinliğinle
Varolduğundur varolduğundur
Ağlamak şu gelip geçici dünyada
Herşeye rağmen varolmak demektir
Ağlamak yaşayan binlerce duygu
İnsanca güzel bişeydir

Ağlamak güzeldir

8/16/2012

Böyle iki cümle de yalnızlık için..

Herkes mi böyledir diye düşündüm. Sanki herkes böyle olsa biraz olsun rahatlayacaktım. İnsan mutluluğunu paylaşır da acısının aynısından başka birinde daha olmasını ister mi hiç. Bencillik mi bu? Yalnız olma korkusu mu? Yoksa aynı olma isteği mi?

Kalabalık içinde herkesi konuşturup, sadece kendini dinlediğinde başlıyorsun hissetmeye bu duyguyu önce. Bir heyecan planlar yapıp zamanı vakti gelince de aslında o anın umrunda bile olmadığını farkettiğinde ve yine yarın ne yapacağını düşündüğünde.. Yastığa başını koyduğunda düşünmeye değil sadece uyumaya vaktim olsun telaşında olduğunda, biliyorsun.. Aslında seni o kadar da sevmediğini gözlerinin taa içinde gördüğünde.. Yani bir nevi kaçmak için yine bir araya gelmeye çalıştığında... E tabii büyük korku insanın kendini kendine bırakması bu zamanlarda.

Aman ağlarız korkusuyla kahkahalar yaratmaya çalıştığında hissediyorsun yorgunluğunu.

Ağlamak güzeldir aslında gözyaşından yorulur hale gelmedikçe. Dostlar da iyidir aslında bir gün her gününü paylaşmaktan vazgeçmedikçe. Susmak da güzeldir bir tek kendine yapmadıkça.

Zaman için de ilaçtır derler bence bağışıklık kazanmadıkça...

8/13/2012

Aşka Veda / Can Dündar





Can Dündar severim.

Kitaplarının bir sayfasında, sözlerinin bir arasında kendimi bulmuşluğum çoktur. Hatta eşcinsel olmayıp da kadınları böylesine iyi anlayan nadir erkeklerden olduğunu düşünürüm, ondan başkasına da henüz denk gelmedim zaten:)
(Eşcinsel dostlarım aman bu bölümü yanlış anlamasın)




"Aşka Veda" tasarımının, içeriğiyle uyumunu harika yakalamış bir kitap. Hazırlayanın emeğine sağlık. Keyifle okudum, bir kaç saatte de bitirdim. Yazarın akıcı dili alıp götürüyor yine saatleri zaten. Çok şey düşündürüyor, üzüyor, özletiyor, güldürüyor ama genelinde de biraz  iç karartıyor :) Yine de yalnız olmadığını hissettiriyor, bak işte bu hissi pek güzel veriyor!

Çok duyguya veda etmişiz, unutmuşuz, hatırlatıyor. Aşkın evrimsel sürecini ve günümüz ilişkilerinin vıcık vıcık hallerini gayet açık özetliyor. (Anlayanımıza...) Yaşanmış hikayeleri de pek güzel. Siyaseti, kadını, erkeği, popüler kültürü, maziyi, şimdiyi.. o harika Can Dündar bakışıyla pek güzel harmanlıyor.

Velhasıl sevdiğim bölümlerden birini de aşağıda paylaşmak isterim.

Al, oku bak, seveceksin…


70 Model Aşklar

Bir süre senaryo danışmanlığını yaptığım Hatırla Sevgili dizisinin son bölümünü ekiple birlikte izledim. Dizinin senaristi Nilgün Öneş’in, “Belki hâlâ umut vardır,” diyen son sözleriyle ilk gençliğime gittim. Nicedir açmayan bir çiçeği koklamış gibi oldum yeniden...

Dizinin genç oyuncularının yaşadığı çağ ile canlandırdığı çağ ne kadar da farklıydı birbirinden...Onların tarih diye anlattığı şey, bizim gençliğimizdi.Ve onların gençliği, bizim tarihimizin mahşer yeri...Dizi boyunca birbirine uzanıp kavuşamayan bütün o ellerde, içinde “demir bir yumruk” gibi gezdirilen hislerde, altında tutkuyla beklenen pencerelerde, uzun sessizliklerde, sevip diyememelerde, ayrılıp vazgeçememelerde, 70’liler için çok tanıdık bir hissiyat gizliydi; ki o hissiyatın hatırlatılması, dizinin siyasal hafızaya katkısı kadar önemliydi.

Söylenememiş iki sözcük yüzünden heba olup gitmiş aşkların mezarlığıdır 70’ler...Oysa bugün aynı iki sözcüğün enflasyonundan tıklım tıkış, aşkın kabristanı...Sevda uğruna dünyayı yıkacak kadar cüretkâr ama iş, o sevdayı itiraf etmeye gelince dünyası yıkılan çocuklardık.O yüzden çoğumuz sevgimizi hayat boyu “sinede bir yâre” gibi sakladık. İlk yavuklumuzla hiç uyuyamadıysak da hep onun hayaliyle sabahladık.Ve o aşklar, bir türlü vuslata erip hakkıyla yaşanamadığından, eskimeyip her daim taze kaldılar.

Kaç kırık aynada ilanıaşk provalarımızın izi vardır kim bilir; kaç lise kitabı, kurutulmuş güllerimizin döşeğidir.Kaç park bankında, kaç yaz kampında mahcup “arkadaşlık” tekliflerimizin ergen sesi gizlidir.Kaç plağın kapağında, kaç hatıra defterinin “kalbin kadar temiz sayfalarında” anlaşılmayı bekleyen imalı mısralarımız vardır.Hele mektuplar!Bizler ki son nesliyiz mektup denilen itirafnamenin... Kaç mektup “Gece ve Müzik” eşliğinde karalanmış, kaçı “Örnek Aşk Mektupları” kitabından ya da cep fotoromanından araklanmış, kaçı gizlice yavuklu cebine saklanmış ve ümitle cevap kollanmıştır.

“Aşk” demek cüretti zaten; “arkadaş”tık biz... “O en güzel, o en sıcak duygu”ydu çünkü...“Çıkma” değil, hele “yatma” hiç değil, “konuşma” teklif edilirdi en kabadayısı...“Konuşma” teklifi bile, “Arkadaş kalalım,” diye reddedilirdi.Arkadaşlık, o kadar değerliydi.Bir kez söz verildi mi de, o söz, illa ki “kıyamete kadar” giden bir yemindi.El ele tutuşmaya cüret edebilenler uzun kır yürüyüşlerinde uzun uzun susarlar. Şiirler, şarkılar derdi, onların diyemediğini...Devrimciler, “En güzel günlerimiz / henüz yaşamadıklarımız”ı okurdu Nazım Usta’dan; lümpenler “Biz görmesek de görecekler var / bitecek dertlerimiz”i söylerdi Orhan Baba’dan...Umut, katığıydı yarın düşlerinin...Ve “ben” demek ayıptı, “biz” varken...

Lügatinde, “yalnızlık” yoktu 70’lerin; onca vuslatsızlığa rağmen bunca dile düşmemişti.Kavuşmak kolaylaştıkça arttı ıssızlık edebiyatı da... Sanki ete kemiğe büründükçe etten ve kemikten ibaret kaldı ilişkiler de...Nostaljik bir mazi güzellemesi yapmak istemem. Çünkü giderek zindana dönüşen, koyu bir karanlıktı aynı zamanda 70’ler...Ama aşkın ha babam ertelendiği o kanlı karanlıkta bile, en da-yanışmacı ve masum yanları saklıydı insanoğlunun...Ayşegül Devecioğlu, Kuş Diline Öykünen romanında bir kahramanına o masumiyeti şöyle söyletir:

Ben hiçbir zaman o kadar iyiliği bir arada görmemiştim. İnsanların en iyi halleri sanki saklanıp gizlendikleri kuytulardan çıkmış ortada salınıyorlar(dı).

Şimdi bakıyorum da umursamaz kalabalıklarda metruk bir yalnızlık yaşıyor neslim...“‘En güzel günlerimiz / Dün yaşadıklarımız’ mıydı acep?” diye sorguluyor.Canlandırdığı rol ile yaşadığı hayat arasında bocalayan, o yılların hesapsız aşklarını kıskanan, ilişki bolluğu içinde tenhalıktan yakınan genç dizi oyuncularıyla bunları konuştuk.Gecenin sonunda, “Belki hâlâ umut vardır,” dedim onlara...70’lerden kalma bir alışkanlıkla...

3/05/2012

Van Gogh Alive

Öyle çok resimden, sanattan anlayan biri değilimdir ne yazık ki. Hatta bir resme dakikalarca yorum yapıp derin anlamlar yükleyenleri şaşkın bakışlarla dinlerim. "Ne yazık ki!" Biraz sıkıcı geldiği de olur. Aslında sergiler güzeldir, insana gün içinde yaptığı onca gereksiz iş içinde anlamlı bir iş yaptığını hissettirir, en çok da bu hissi severim ya...

Bu duygusuz düşüncelerimin hep böyle süreceğini düşünürdüm. Konumuzla alakası yok ama en son bir kaç arkadaşım "duygusuzsun, şiirden bile anlamıyorsun" dediklerinde gaza gelip evi şiir kitapları ile doldurmuştum =))Önceleri okurken çok sıkıldığım bu kitaplar daha sonra çok severek okuduğum kitaplar haline geldi.

Velhasıl işte sergiler ve resimler için de böyle hissediyordum. Taa ki "Van Gogh Alive" ziyareti yapana dek! "Büyüleyici" denilen söz tam olarak karşılını bulmuştu. Helal olsun adamlara dedirtti. Adamlara diyorum çünkü bu sergiyi hazırlayan herkes büyük emek harcamış. Elbette başta "Abdi İbrahim" olmak üzere.



















Sanatçıyı çok daha iyi öğrenmenin yanında, aynı zamanda bizi bir şair ile de tanıştırdılar. "Van Gogh" sözlerine ve 40 projektör ile gösterilen harika eserlerine hayran kalmamak işten değil.

"Sensory4" ismi verilen bir teknolojiyle gösterilen eserler ışık-ses-hareket ve renklerin bir arada kullanılması ile oluşturuluyor. Yani müzik ve akan görüntü sayesinde bir nevi o tabloların içindeymişsiniz gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Bir duvarda eserin bütününü görürken hemen yan duvarda esere ait bir detay beliriyor. Diğer kolonda ise sanatçının o harika sözleri...

En çok sevdiğim sözü ise şu oldu paylaşmak isterim: "İçimde büyük bir ateş yanıyor, fakat kimse ateşin başına ısınmak için gelmiyor ve yanından geçenler sadece dumanı görüyor."

Bazı adamların içinde yanan bu ateşleri, işte böyle dışa vuruyor. Öyle bir ateşmiş ki bu, adamı "Van Gogh" yapıyor. (Tamam çok iyi bir cümle kuramamış olabilirim ama siz aldınız o duyguyu:)





















Neyse ki geleneksel sanattan çok daha başka bir şey gördüm ve bu beni çok heyecanlandırdı. Herkesin gidip muhakkak görmesini şiddetle tavsiye ediyorum. Naçizane bir öneri;gezmektense oturarak izleyin çok daha keyifli oluyor.




















Son olarak “Eğer gerçekten doğayı seviyorsanız, her yerde güzellikler bulursunuz” diyen Van Gogh’a sözüm şudur ki; “Ben senin doğanı pek sevdim ve sendeki güzelliği de gördüm. Eğer sen deliysen varsın tüm dünya deliye dönsün kötü mü?"renkli olur” =))

1/13/2012

KREATİF DİREKTÖR JARGONU

Kreatif Direktör Jargonu’nun etimolojik açıdan incelenmesi çok güçtür. Zira ne zaman, ne kastedildiği asla çözümlenememektedir.
Aynı kelimeler farklı durumlarda, farklı zamanlarda ve farklı tonlamalarda yüzlerce farklı anlama gelebilir ya da gelmeyebilir.

İşte Kreatif Direktör Jargonu’daki en sık kullanılan ifadelerin “titizlikle yürütülen çalışmalar sonucu” bir nebze de olsa deşifre edilebilmiş karşılıkları:

“Yani” : Olmamış.

“Yaaaaniiiiii” : Hiç olmamış. Şu an aklımda başka bir şey olduğu için uzatmıyorum mevzuyu. Sen anla artık.

“Hım”: Olmamış canım.

“Hımmmmm”: Hiç olmamış. Hevesin kırılmasın diye bi düşünüyo gibi yapayım. O da senin güzel hatrına.

“Evet evet bu dünyalar” : En azından müşterinin adını öğrenmişsin, güzellll! Olacak, hadi bakalım. Yalnız bu yüreklendirme “Simit dünyası ve ayakkabı dünyası” esprisi yapabileceğin anlamına gelmesin.

“İlginç aslında” : Oldukça ilginç. Ne kullanıyorsun sen?

“Buradan bir şey çıkabilir”: Çıkmaz ama bi dene bakalım, nasılsa dediğime geleceksin.

“Bi bakalım”: Sen bak, yaz, çiz, düşün, taşın, işin içinden çıkarsan beni çaldır.

“Bi düşünelim”: Sen düşün, yaz, çiz, bi de o taraftan bak, üçüncü gözünle bak, eşini, dostunu ara, bi araştır, işin içinden çıkarsan sakın beni çaldırma toplantıdayım, mail at.

“Bu güzel ama daha başka ne olabilir?” : Kusura bakma ama elinde topu topu bir tane brief var, sunuma 20 saniye kalana kadar kasıcam seni.

“Güzel ama bu işe olmaz”: Bienal mi yapıyoruz evladım?

“Güzel güzel” : Bak, biraz cesaretlendirmeyle nasıl yola geliyorsun. Aferim. Yalnız kıs biraz satır aralarını.

“Sen at bana ben bi üstünden geçeyim” : Sen at bana, ben bir bakayım. Olamışsa nasılsa yine sen yapacaksın, arada bir sigara molası vermiş olursun.

“Ne durumdasınız?”: Sizi bi “geyik” gördüm bugün, çalışıldı inşallah?

“Ben senin yerinde olsam bunu böyle yaparım” : Olmamış diyorum, ollllll-maaaaa-mııııışşşş. Kalbini kırıcam ama artık.

“İyi yoldayız” : Herkes briefi okumuş en azından.

“Başlangıç için iyi” : Reklamcılık tarihine başlangıç için…

“Artık toparlamamız lazım” : Ben koptum, briefi bile hatırlamıyorum, hem beni update edin hem de işi bitirmiş olun lütfen.

“Son güne bırakmayalım” : Bu dediğime ben inanıyor muyum? Hayır.

“Hemen bakıyorum” : Hemen derken bu hafta filan işte.

“Hemen geliyorum” : Bi mailime bakıcam, yolda karşıma çıkan müşteri direktörleri bir şeyler anlatacak, yarısını dinlemiycem, ilk gözüme çarpan ekrandaki işe yorum vericem, o sırada en az üç kere telefonum çalacak, siz beni beklemeyin bence.

“Siz başlayın ben geliyorum”: Bi mailime bakıcam, yolda karşıma çıkan müşteri direktörleri bir şeyler anlatacak, yarısını dinlemiycem, ilk gözüme çarpan ekrandaki işe yorum vericem, planlamaya uğrayıp briefe bakıcam, beğenmiycem, revizyon vericem, o sırada en az üç kere telefonum çalacak, açmıycam, sonra geri arıycam, siz beni hiiiiççççç beklemeyin bence.


“Güzel fikir”: Ama çok heveslenme uygulamayı da bi görelim.

“Hımmm güzel fikir”: Valla güzel. Nası oldu bu?

“İyi fikir”: Bu işi hatırlıycam bi yerden ama dur bakalım… Archive’da mı vardı acaba ya?

“Çok iyi fikir”: E zaten bunu sana ben söylememiş miydim?

“Süper fikir”: Demek Starbucks’a gidiyorsun, iyi akıl ettin ya, bana da bi kahve alsana.

“Olur”: Tamam yapın.

“Olur, olur”: Tamam tamam, yapın yapın

“Olur, olur, olur, olur”: Neden bahsettiğinizi bile bilmiyorum, şu an acilen çıkmam lazım, yapın ama kötü olursa laf ederim. Evet yaparım.

“Nası gidiyo?”: Espriler havada uçuyo maşallah, fikir var mı fikir?

“Eveettttttttt”: Geliyorum, gümbür gümbür, büyük bir şevkle işlere bakmaya geliyorum. İşler hazır, fikirler nazır olmalı, tadımı kaçırmayın rica edicem.

“Alloooraaaa”: Geliyorum, gümbür gümbür, büyük bir şevkle işlere bakmaya geliyorum ama neşeliyim bugün, moral bozmam.

“Olur ama daha iyisini bulabiliriz”: Bu fikri babam da bulur. Daha iyisini bul, o zaman konuşalım.

“Devam… devam”: Öyle hemen ilk akla gelen fikri anlatmak yok, dünyada bırakmam.

“Şöyle yapsana”: Boşuna yoruluyosun, yap dediğimi bitsin gitsin.

“Onu şöyle yapalım mı?”: Senin dediğin de olur ama olmaz. Yani olur da olmaz. Aslında hiç olmaz da… Hevesin kırılmasın.

“Bence şöyle olsun”: Yap evladım, yap canım, yap güzelim. Kendini de beni de yorma.

“Çıkış noktası güzel”: Merakla bekliyorum… Bakalım buradan nereye varacaksın?

“Burada et / iş var”: Bundan bir şey olabilir. Olmayabilir de. Olursa ben sana söylerim ama daha ben emin değilim. Emin olmadığımdan eminim ama. Bak o net.

“Durumlarına bakmamız lazım”: Anlattığını pek dinlemedim kafanda bir toparla gel, o zaman bakalım. Evet evet ben de emin değilim. Olsun ama toparlarız.

“Öyle bir şey yap ki... gören “vay be ne fikir bulmuşlar” desin”: Gaz veriyorum, örnek veriyorum, cesaret veriyorum, zaman veriyorum hala tık yok. Bakma yüzüme öyle bulsam zaten ben bulurum.

“Çocuklar anlattı biraz... nedir o mesele?”: Kısaca anlat, bi ilgileniyo gibi yapıp gidicem. Çözüm buldum, buldum. Bulamadım başınızın çaresine bakın.


“Söyle o müşterine”: Her şeye de-brief, her şeye revizyon. Çocuklar salağa döndü ya, ayıp artık. Versinler parasını yapalım, bu kadar zamanda bu iş… Olacak şey değil! Aa pardon, sen bakmıyordun di mi o müşteriye? Kim bakıyo?


“Beni çarpmadı”: Nası olmamış belli değil. O fikir aklına geldiği anda unutup tövbe etmen gerek. Hiç mi tanımıyosun beni?

“Daha bakamadım”: Kim bilir hangi iş o? Elli bin mailin arasından ara da bul.

“Bakıyorum şimdi”: Belki bakarım, belki bakmam, bakarım cevap yazmam, bakmam, başka mail yazarım. Komplike bir kişiliğim var.

“Yarım saatte toparlarız”: Sabaha kadar buradayız.

“Yok sen yanlış anlamışsın öyle diil o”: Evet şu an aklıma daha iyisi geldi, iki gün seni boşuna yordum ama bunu sana söyleyip niye durduk yere bozuyorum? Bozmuyorum işte, onu diyorum.

“Yapıyor olucaz bi şekilde”: Yapıyor olacaksın bir şekilde. Ama üzülme bu her yerde böyle. Hayat çok zalim, kader faşist, karma hain. Bi yerden sonra kısmet bi de biliyo musun….

“Bu değil... ama bunun gibi... tam öyle değil de... şey gibi... anladın sen onu”: Anlasan iyi edersin zira ben hiçbir şey anlamadım bu dediğimden.

“Bu diil bak şöyle ama o da diiil... ben kötüsünü söylüyorum sen iyisini bulucan ama tam o da diiil”: Ne dediğimi bilmiyorum, çok mu belli oldu? Hem ben ne dediğimi bilsem burada seninle mi otururum? Bi düşün bakalım.

“Bi tık sağa, yok sola, üste... boşver geri al... sağa sağa… bi tık aşağı… bi saniye ben bakiim mi”: Senin yaptığın hale geri döndürücem bunu ikimiz de biliyoruz ama biraz da ben oynayayım mı çok sıkıldım toplantıda? Ha, ne diyosun? Bi tur versene mouse’u.



İLKAY YILDIZ'ın kaleminden, okurken epey eğlenmiştik :):)))

12/11/2011

Kurşun sesi kadar hızlı geçer yaşamak

Bazen duygularımız bizden erken yaşlanır ve bizden hayatın geri kalanını alır. Hayatın, kendini anlayanları cezalandırmasıdır bu. Durup, durup ardına bakan kadınlar vardır. Geçmişi düşünmekten şimdiyi yaşayamazlar. Herşeyi didikleyip duran, mazisinin gölgesinden, anılarının yükünden bir türlü kurtulamayan, gözleri ufuk yorgunu kadınlar. Güçlü, köklü bir biçimde yeni arkadaş edinecek yaşları geride bıraktıysan eğer, hasar görmüş eski arkadaşlıkları onaracak çağı da geride bırakmış oluyorsun. Zaman ilerledikçe birçok sey, daha zor olmaya başlar.

Beklentisi yüksek olan kadınların yalnızlığı daha koyu oluyor. Büyük lafların gölgesinde geçen hayatlar, bir daha iflah olmuyor,geçip gittiğiyle kalıyor. Zaman, aşk... herşey! Ayrılıkları ayrıntılar acıtır. Kadınları mahveden erkekler değil, ayrıntılardır. Erkekler, erkekliklerinin tadını alabildiğine çıkartırken, kadınlar bu konuda da umutsuzdurlar. Çünkü kadınlık bekler. Ummak ve beklemek kadınlığa verilmiş iki cezadır.

"Murathan Mungan"